28 Mart 2010 Pazar

Bok


Ağaçların hışırtısıyla uyandı. Akan salyasını sildi. Önce salyalarının kendisinden kaçmak istediğini düşündü. Sonra niye böyle bir yorum yaptığını düşündü. Bir iki sigara dışında bir kötülük yapmamıştı onlara. Hem onları herkesten çok doyurmuştu. Mantığı suçluluk duygusuyla yaptığı onuncu yarışı da kaybetti. Salyalarından özür dilemek için kendini sabah keyfinden mahrum bırakarak ayaklandı, dişlerini fırçalamak için tuvalete yöneldi.

Artık geri dönse de uyuyamazdı, yatağında geçirdiği dakikaları hayal kurarak değil sıkılarak geçirirdi.

Mahrumdu sabah keyfinden.

Tuvaletin içine girdi, dışarı uzattığı eliyle sifonu çekti. Önceki akşam sıçtığı bokla birlikte spiral çizdiler, çiş ve taharet suyunun eşliğinde kanalizasyona süzüldüler.

Süzdüler onları.
Derisini yüzdüler.
Bir kenara astılar.

İşyerinin tuvaletinden bir iskelet çıktı.
Kurulanmadı. Yosun tutmuştu. Yosunlar kurusun istemiyordu.
Vicdanı el vermiyordu.

En büyük hayali tost makinesine uzanıp üstünü çelikle örtmek olsa bile...

Yosunlar vardı.

Onları kendisiyle birlikte kızartamazdı.
Vicdanı el vermezdi.

Vermedi.
El veremedi.
Vermeyecekti.
Verseydi...

Verseydi yanık kokusundan ibaret olup havaya karışacak, bir kaç yüz buracaktı.
Suç onun değil, makinedeki kara vücudun olacaktı. Kuru vücudun olacaktı.

...

...

.

0 yorum: