30 Mayıs 2010 Pazar

Gündüzdüşleri

Üç ay olmuş bunu yazalı. Niye büyümüyorum?...

Küçük hayallerimi, küçük odamda, küçük oyuncaklarımla gerçekleştirmek zevk vermemeye başladığında oturdu aslında kalbimin üstüne bu ağırlık. Yıllardır kanatırcasına eziyo kalbimi.

Zevk vermemeye başlamış mıydı gerçekten? Yoksa "Artık büyüdün." denerek oyuncaklarım ve gerçek olduğuna yemin edebileceğim dünyam elimden alınıp önüme çarpım tablosu mu atıldı? Sanırım ikincisi oldu. Sanırım ikincisi... İkiyle çarptım, üç geldi, üçle çarptım dört geldi. Sorumluluklarımı ikiyle çarptılar, üç geldi, üçle çarptılar, dört geldi. Bitmeyeceğinin farkına varınca, çaresiz, kabullendim gerçekliğin hayallerimin gerçekleştiği yer değil, sorumluluklarımın olduğu yer olduğunu. Adını da büyümek koydum. Artık hayallerim yoktu, hedeflerim vardı ve onlara ulaşmak biraz olsun göğsümdeki kurşunu hafifletiyordu. Ulaştıkça büyüdüm, büyüdükçe beynim büyüdü, beynim büyüdükçe kalbim küçüldü, kalbim küçüldükçe kurşun ağırlaştı, göğsüm ezildikçe ezildi.

Hepimizin küçük gerçeklikleri vardı, hepimiz mutluyduk. Oyunbozanlar geldi ve kendi gerçekliklerini dayatmak istedi. O aslında en gelişmiş savaş uçağı değil, en ilkel kalemdi. Kabul etmeyenin canını yaktı. Korkanlar onun gerçekliğini canlarıı yanmadan kabul etti; korkmayanların canı yandı, onlar da öyle kabul etti. Gerçek; çocuklar için nesnelleşti, oyunbozan için öznelleşti, ama ne köleleri güçlü çocuğu hayallerindeki gibi uçan halılara bindirebildi, ne de köleler emekli olduklarında hayallerine kaldıkları yerden devam edebildi. Çoktan unutmuşlardı nerede kaldıklarını.

Bir gerçeklik yok. Geniş gerçeklikler ve dar gerçeklikler var. Geniş gerçekliklerde yaşayanların hayalleri dar, kalpleri ağır, dar gerçekliklerde yaşayanların hayalleri geniş, kalpleri huzurlu.

İşitmem de ağırlaşmadan kulak vermeliyim saate: "Tik, tak, tik, tak, ti... Hayallerin ne? Hayallerin ne? Hayallerin ne?" Başkasının öznelinden kurtulmalı, seneler önceki bilgeliğimi bulmalıyım.

...

"Risk budur." yazıp geçsemiydim lan?

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Uşşak

Çalmasın davullar
ıslak geceye vurmasın
bağırmasınlar
Nolur yeni sildim son damlayı
Yağmasın dağlar tenimi
bir sarı iskeletim kaldı
onu bana bıraksın
bu hain yağmurlar

Tenha bir ıslık ötsün
kendime kalayım bu gece
kupkuru olayım
Nolur sussun davullar!
Kandırayım yüreğimi bu gece
kapansın gözlerim
tenha bir ıslık essin kulaklarımda
mavi göklerden kalma

Gri

Hayatın paraya endeksli olduğu, sokakların olduğundan daha dar gözüktüğü, soba dumanlarının renkleri soldurduğu, ama kahkahaların hep daha şen, hep daha gürültülü duyulduğu bir şehirde büyüdüm. Her sabah üç kuruş para için 20 milyon kişi tarafından sikilen o şehrin, daracık bir sokağının, arabalar için parsellenmiş bir arsasında sosyalleştim, top oynayarak. Şehrin göbeğinde, şehirden uzak yaşadım, ve sıkılmayı öğrenene kadar çok eğlendim, fark etmeden. Tam da şehri tanımaya başladığım döneme denk geldi bu yeni tecrübem. Sabahında dökülmüş asfaltta söndürdüm ilk sigaramı, sıkıntıyla. Dumanını ben çekemeden, meltem çekti aldı ciğerlerimden. Gençtim daha. Bıktım. Şehir o kadar çok konuştu ki... Amına koyayım...

Üç kuruşa tüm hücrelerini satan bir orospunun koynuna doğdum, sokaklarında büyüdüm, evet! Uğraştım diğerleri gibi orospu çocuğu olmamak için, abilerime, kardeşlerime benzememek için. "Bu şehrin düzgün evladı da olabilir ulan!" diye haykırdım caddelerde önceleri. Yankısı yeni geliyor kulağıma, gülüyorum... Gençtim daha. Tez canlıydım. Parasız oynuyordum sokaklarda, ne bileyim! Aynı yere park etmek için para gerekiyormuş. Her şey için para gerekiyormuş. Sıkılmamak için, sikilmemek için para! Bilmiyordum ki... Anne şefkatini bile el değmeden paketliyorlar artık. İçime çekmeyi özlediğim kokular şişelerde. Her şey orijinal, bir gerçekler sahte. Her şey satılık. Her şey...

Parasız mutluluğu hayal ettim gençken hep, aklımı sikeyim! Boş boş düşüneceğime bir işe girip para kazansaymışım keşke. Bir dükkan bir şey açardım da yolumu bulurdum. Bu yaşımda hala paraya muhtacım. Hep o hayallerim yüzünden... "Sen mi kurtaracaktın memleketi?, Kimse cesaret edemezken kahramanlık senin neyine ulan?" Kahramanmış... Peh, sikimin kahramanı! Keyfimden dibini içmediğim sigaraları düşünüyorum şimdi. En uyduruğundan bir paket sigara bile almaya param yok. Şehir, kahkahalar eşliğinde, hayallerime gömüyor beni her gün. Pek kalmadı bitmesine. Bıktım can çekişmekten. Artık genç değilim. Kolay değil. Üşümek daha çok koyuyor. Öksürüklerim daha içten, daha samimi. Buz gibi...

O kadar uğraştım o orospunun memesinden doymamak için, aç kaldım. Şimdi diğer çocukları gibi kucağına aldı beni, sallıyor. Hiç bir anne bu kadar içine sokamaz yavrusunu, hiç bir annenin kucağı bu kadar soğuk olamaz. Öpüyor beni, solgun. Ölüyorum, amına koyayım...

22 Mayıs 2010 Cumartesi

Ruya'ya Ağıt

Bir japongülü açar bahara
kıpkırmızı, çılgın.
Tatmadan bilinmez ya
saklıdır göbeğinde hayatın sırrı.
Derin bir çığlıktır patlar,
patlar..
Göğüs dolusu neşe,
unutulmuş bir heyecan saçar
yaşadığı tek güne..

Ahh!

Bir japongülü açar bahara
çook uzak bana..
Tadamam sırrını,
Dokunamam ya ona
ondandır içağrım
bu isimsiz sızı ondan..

21 Mayıs 2010 Cuma

Üçün biri ve Üçün diğer ikisi Üzerine - Yalnızlık, Birliktelik ve Aşk

Birliktelik, yalnızlık ve Üçün Biri.
Her insan, en azından hayatının bir döneminde aşkı tatmak ister. Ya başkasında görür özenir, ya da annesinin memesine uzanan bir bebeğin iç güdüsüyle, kimsenin etkisinde kalmadan ona uzanmak ister. Kimse durduk yerde aşık olmaz. Her aşkın, "beklenti" isimli bir ebesi vardır. Bu ebenin işvereni de; yalnız kalmak istemediği her anda başkasına ihtiyaç duyan insandır. Popüler haliyle karşı cinsten birisidir bu ihtiyacı karşılayabilecek olan. İşveren hamiledir, ebeyi çağırır, aşkı doğurur. Böylece birlikteliğe doğru ilk adımını atar, yalnızlık. İnsanın durduk yerde aşık olmaması kötü bir şey değildir, nitekim iyidir. Durduk yerde aşık olmayan, sırf arzuladığı için aşka sahip olan insan, aşkın değerini bilecek ve onu koruyacak iradeye de sahip olabilir. Bu noktada, aşkın değerinin, aşkı arzulayan tarafından meydana getirildiği unutulmamalıdır. Kendi yarattığı değeri, mutlak mutluluğa sahip olarak koruyabileceğine inanan insan da şüphesiz ki iyi bir durumdadır.
Birliktelik; yalnızlığın ışığının erişemediği yerleri aydınlatandır. Aşkı isteyen insanın, bilinçsizce çağırdığıdır ve mutluluğu içinde barındırdığına inanılanılandır. Yalnızlıksa; birlikteliğin en romantik loşluğuna güneş gibi doğandır. O loşluğa en uzak yanandır. Fakat aslında iç içedir yalnızlık ve birliktelik. Çünkü aşk birleşmedir. Birlikteliği tekil, yalnızlığı çoğul yapar. Aşk Üçün Biri'dir. Her insan Üçün Biri'ni arzular. Sahip olanlar mutlu olur, ondan kurtulanlar gibi. Ondan kurtulanlar da, sahip olanlar gibi acı çekerler. Birlikteliğin ve yalnızlığın bir olduğu, Üçün Diğer İkisi olduğu, Üçün Biri'ne sahip olunduğunda anlaşılır. Yani aşık olunduğunda. Çünkü aşkı yaşayan, yalnızlığını paylaşabilendir, biriyle birlikte yalnız kalabilendir.

17 Mayıs 2010 Pazartesi

kayıp

Kaybetmeye alışan birinin kazanmaması gerekir. Çünkü kazanmak kişinin alışmadığı bir şeydir.

-

Daha çok kaybedene ihtiyacımız var, dediniz. Doğdum. Doğduğum gün başladım kaybetmeye. 20 günlükken annem sütten kesildi, besinimi kaybettim. Fark etmedim, ağladım. Göz pınarlarım kurudu henüz bir şey görmeden, gözlerimi kaybettim. Kör bir bebektim, kör bir çocuk oldum. Daha yeni "baba" demişken babamı, kucağının sıcağına alışamadan da annemi kaybettim. Bir ara kaybetmek için doğduğumu unutup üzüldüm. Sonra hüznü de kaybettim.
Yıllar geçti ve ben sahip olduğum, olmadığım her şeyi kaybettim. Yıllar geçiyor ve ben sahip olduklarımı, olmadıklarımı kaybediyorum. Bazen düşünüyorum da, bir şeylere sahip olabiliyorsam kazanıyorum demektir. Sonra fark ediyorum ki kazandığım tek şey kaybetmek. Kaybetmek için kazanıyorum, demek ki kazanmıyorum. Ve her geçen gün hayatı biraz daha kaybediyorum.

-

Daha çok kaybedene ihtiyacımız var dediniz, çocuk yaptım. Biraz daha kaybetmem gerekti bunun için ama zaten pek fark etmedi benim için. Çocuğum da beni kaybetti pek geçmeden. Ben de onu. Ve de hayatımı, her şeyimi. Sahip olmadığım, zaten kaybettiğim, zaten kazanmadığım her şeyimi...
Şimdi benim yaşadığım bokun aynısını yaşayacağını bildiğim oğlum için üzülüyor olmam gerekirdi ama dediğim gibi hüznü çoktan kaybettim.
Bunları anlattım çünkü kendimi tanıtmam gerektiğini düşündüm. Siz kazananlara... Kaybetmeyi yaratanlara! Hep daha çok kaybedene ihtiyacı olanlara!...
Hep istediğiniz gibi oldum. İhtiyacınız kadar doğdum, ihtiyacınız kadar yaşadım, öldüm. Ve bunları yalnızca siz istediniz diye, siz daha çok kazanabilin diye yaptım. Şimdi sizden bana hayatı tekrar kazandırmanızı istiyorum. Bunu sizden istiyorum çünkü kazanmayı bilen sizsiniz. Bana hayatı kazandırın, ben de kaybedeyim. Eskisi gibi. Biliyorum benim kazanmam hoşunuza gitmez ama inanın benim de gitmiyor. Kazanmak bana göre değil; tıpkı kaybetmenin size göre olmaması gibi.
Umarım beni anlar ve yardımcı olursunuz.
Bol Kazançlar

16 Mayıs 2010 Pazar

Garip Yabancı

sıradan bir geceydi
ay gökteydi her zamanki gibi
pek güzel bir geceydi
belki...

Benzer bir gecede sordu
çocukken daha
'yıldızlar uzak mıdır baba?'
Hem uzak, Hem çook sıcaktır oğul
uzananlar erir gider uğruna..
Böylece başladı çocuk hayata
çaresiz..

Önce kaybetmeyi öğrendi
gecelerde kurduğu hayallerini.
Yavaşça tattı maddeyi,
sahiplendi de
ona söyledikleri gibi.
Çalıştı, didindi sonra
kazıdı toprağı
köpekler gibi.
Bir araba, bir ev
güzel de bir kadındı isteği.
Derken yitip gitti babası,
Ansızın,
yaşamamışcasına.

sıradan bir geceydi
ay gökteydi her zamanki gibi.
Bir yıldız indi yeryüzüne,
tam gönlünün dibine.
Korktu önce,
ya çook sıcaksa?
Uzattı elini,
Ansızın,
yaşamamışcasına.
Ilıktı kendi kanı gibi,
acemice koynuna girdi.
O gecede aldattı kadınını,
arabasını,
evini.
Pek güzel bir geceydi,
belki
en güzeli.
Yunus Dişkaya'ya

15 Mayıs 2010 Cumartesi

bir an

ilk başta:
yalnızca bir an;
hiç gelmeyecekmiş gibi,
sonsuz gibi.

bitmeyen beklemeler sonunda bir an,
öncesiz gibi,
sonrasız gibi.

içine sığılmayacak kadar küçük bir an,
sonsuzun tanımı,
hayatın özeti.

kahkahanın ortasında bir nefes; bir an,
mola başlangıcı,
mesai bitimi.

yalnızlığın ortasında florasan ışığı, bir an,
sevginin sıcaklığı,
yankının ıssızlığı.

evet!

yalnızca bir an:
hiç gelmeyecekmiş gibi,
bilinen bir sonsuz gibi.

yemek istemediğin pırasa,
öpmek istemediğin akraba,
bitmesini istemediğin yolculuk,
ayrılmak istemediğin sevgili,
olmak istemediğin ameliyat,
girmek istemediğin sınav,
giymek istemediğin kefen.

sana uzak...
sonsuz kadar,
bir an kadar.

sonra; başlangıç,
sonra; ölüm,
sonra; yaşam,
sonra; aşk,
sonra; vesaire...
sonra; son.

14 Mayıs 2010 Cuma

Biçare

bir söz kalsın isterim
tek bir söz ki anlatayım kalbime,
ne menem şeymiş,
öyle kelimeler, cümleler değil ama
tek bir nefes isterim,
göğsünün dibinden,
kalsın ciğerimde son günüme.