28 Mart 2010 Pazar

Bok


Ağaçların hışırtısıyla uyandı. Akan salyasını sildi. Önce salyalarının kendisinden kaçmak istediğini düşündü. Sonra niye böyle bir yorum yaptığını düşündü. Bir iki sigara dışında bir kötülük yapmamıştı onlara. Hem onları herkesten çok doyurmuştu. Mantığı suçluluk duygusuyla yaptığı onuncu yarışı da kaybetti. Salyalarından özür dilemek için kendini sabah keyfinden mahrum bırakarak ayaklandı, dişlerini fırçalamak için tuvalete yöneldi.

Artık geri dönse de uyuyamazdı, yatağında geçirdiği dakikaları hayal kurarak değil sıkılarak geçirirdi.

Mahrumdu sabah keyfinden.

Tuvaletin içine girdi, dışarı uzattığı eliyle sifonu çekti. Önceki akşam sıçtığı bokla birlikte spiral çizdiler, çiş ve taharet suyunun eşliğinde kanalizasyona süzüldüler.

Süzdüler onları.
Derisini yüzdüler.
Bir kenara astılar.

İşyerinin tuvaletinden bir iskelet çıktı.
Kurulanmadı. Yosun tutmuştu. Yosunlar kurusun istemiyordu.
Vicdanı el vermiyordu.

En büyük hayali tost makinesine uzanıp üstünü çelikle örtmek olsa bile...

Yosunlar vardı.

Onları kendisiyle birlikte kızartamazdı.
Vicdanı el vermezdi.

Vermedi.
El veremedi.
Vermeyecekti.
Verseydi...

Verseydi yanık kokusundan ibaret olup havaya karışacak, bir kaç yüz buracaktı.
Suç onun değil, makinedeki kara vücudun olacaktı. Kuru vücudun olacaktı.

...

...

.

19 Mart 2010 Cuma

Demokrasi

Belediye seçimine 2 yıl kalmış, 3000 nüfuslu bir ilçenin, mevcut bütün evleri, dükkanları ve boş arsaları, süper zengin bir iş adamı tarafından satın alınıyor. İlçe halkı, ilçede sahip olduğu hiçbir şey kalmadığından ilçeyi terk etmek zorunda kalıyor. İş adamı, önceden anlaştığı 3000 maaşlı işçiyi boşalan ev ve dükkanlara yerleştiriyor. İşçilerin yegane görevi: İlçenin yerlisi gibi yaşamak. Dükkanlardan kazandıkları para kendi inisiyatiflerinde. Bunun dışında her ay maaşlarını alıyorlar.
Böyle; kamu alanları dışında bütün alanların bir kişi ya da mekanizma tarafından sahiplenildiği ve yönlendirilebildiği bir ortamda, ilçeyi satın alan kişi, belediye seçimlerinde bir adayın seçilmesini istediğinde (Belediye başkanlığı için aday olan kişiler, iş adamının görevlendirdiği maaşlı işçilerden değildir. Partileri tarafından belirlenmiş ve o ilçeye uygun oldukları düşünülmüş, bu iş adamından bağımsız siyasetçilerdir. Seçildikleri takdirde, iş adamının düşüncelerine ters düşebilecek kararlar alma inisiyatifine sahiplerdir.) ilçe halkı, ilçe için yeni bir yönetici mi seçmiş olur, yoksa zaten vasfını yitirmiş bir "yönetim"in kuklalığına devam etmesini mi sağlar? Yani bu ilçeyi yöneten seçilen midir, seçtiren midir?

5 Mart 2010 Cuma

Deve ve Süleyman

Çocuk! Otur! İyi dinle!
Alim derler bana. Hafızlığım, katipliğim var.
Köyümüzü biliyorsun, tepede. Okumak, yazmak, düşünmek için birebir.
Velhasılı, kelam eder dilim, ilim bilir aklım.
Bir torunum var, Süleyman. Deden senin. Dedenin dedesi. Belki de onun dedesi. Ondan bahsedeceğim sana. İyi dinle.
Hacca gitmek farzdır, çocuk. Durumun müsaitse hac görevini yerine getirirsin. Ben de köyümün alimlerinden olduğumdan, durumum iyidir çok şükür. Fakat zordur hacca gitmek bu devirde. 3 ay sürer gitmesi, bir o kadar da dönmesi. 6 ay yol gitmek tehlikelidir. Yazıldıysa, ölür adam yollarda. Gitmeden bazı erzak hazırlanır, depolanır. Kilerde kitli durur. 6 ay dönmezse giden, kiler açılır, erzak kullanılır. Dönerse, kilerdekilerle sofra kurulur, hac dönüşü vesilesiyle eşe dosta ziyafet verilir.
Biz de doldurduk kilerimizi. Yola çıkmadan son bir kontrol edip anahtarı hanıma emanet ettim. Helallik isteyip yol aldım.
Zordu yolculuk. Yaşım genç olsa daha rahat olurdum belki ama rahatsızlık, mutluluk verir inanınca. Bu yüzden yaşlılıkta, din yolunda çekilen çile huzur demektir. Huzurluydu yolculuk.
6 ay bitmeden döndüm memleketime. Köye varmadan haberci yolladım önden. Uzun sürmedi habercinin dönmesi. Erzağı bitirmişler, dedi. Hevesim kursağımda kaldı. Vuslatın tadı kaçtı. Erzak edinsin diye adam yolladım derhal.
Köye vardım. Hanım mutluluktan uçacaktı ama utancından yerin dibine girmişti. "Süleyman kandırdı bey" dedi. "Bin türlü söz etti, giriverdi aklıma. Ölmüştür dedem dedi, sattı erzağı, tütün aldı. Bütün erzağı duman etti. Sözümü geçiremedim, delikanlı bu, laftan anlamaz ki. Aldı anahtarı. Affet bey."
Kızdım, ama bekledim. Ziyafet için erzak geldi, tuz yoktu. Daha fazla kızdım, yine bekledim. Ziyafet verildi. Her şey tuzsuzdu, her şey tatsızdı. Ziyan olmuştu onca emek. Ziyafet bitene kadar hiddet biriktirdim içimde, kümelenen bulutlarla renksizleşen gökyüzü gibi renksizleşti içim. Eş dost, Allah kabul etsin'lerini lütfedip çekildiler. Bir an beklemedim, gürledim. İçimde biriken bulutlar, şimşeklerle, gök gürültüleriyle dışarı çıktılar. Bela okudum. Bunca yıldır kızmadığım kadar kızmıştım ki bela okudum: "Soyumda, oğluna Süleyman diyenin ve tütün kullananın boynu büküle, işleri rast gitmeye, iki yakası bir araya gelmeye" diye kükredim. Sonra tükendim. Üzüldüm. İyiliğin daim olmasını istediğim ailemde kötülük türemişti ansızın. Üremesin diye dua ettim, bedduamdan dönmedim bu sebepten.
Çocuk! Süleyman olmadın. Gel, tütün de kullanma, hatırlatma Süleyman'ı aileme.
Çocuk! Süleyman olma!

3 Mart 2010 Çarşamba

Kısır Tohumlar

Şehrin ufak olduğu zamanlar. Merkeze bir metro mesafesinde, bir kışlada işkence yapılıyor. Düşünenlerin çocuklarının düşünmemesi sağlanıyor. Bir çoğu farklı şeyler düşünüyor, bir çoğu farklı sıkıntılar taşıyor olsa da hepsi benzer kalıplarla şekillendiriliyor. Kiminin adı sağcı, kiminin adı solcu oluyor. Bazısı hayalarının sağına, bazısı da soluna elektrik alıyor. Öldürenler öldürülüyor, düşünenler nesilsiz kalıyor.
Bugün gülerek anlatıyor anılarını. Sizin kampüste çok güzel anılarım var, diyor. Çocuksuz bırakıldığı günleri gülerek yad ediyor. Kimseyi öldürmediği, kimseye bir kötülük etmediği halde, öldürenle aynı kalıptan, aynı kefeye dökülüyor. Aynı kefeye konuyor. Zaten acı veren düşünceleri, madden de acı veriyor, elektrikle gerçeğe dönüşüyor. İyilik isterken kötülük buluyor. Yazık ediyor kendine, yazık ettiriyor. Şimdi zorunlu eğitim için gidilen yere, zorla götürüldüğünden bahsediyor. Suçsuz olduğu halde cezalandırıldığından, ölümden döndüğünden bahsediyor. Kimseye kurşun sıkmadığı halde, arabasına sıkılan kurşunları anlatıyor. Üzülüyor ama gülüyor. Sizin kampüs benim için çok özeldir, diyor.
Yeni nesil, okul diye gidiyor şimdi oraya. Bir zamanlar düşünenlere işkence edilen yerde, düşünmenin işkence gibi geldiği saatler geçiriliyor. Bir zamanlar kısırlaştırılan düşünceler için şimdi yeni tohumlar atılıyor, atılmaya çalışılıyor. Ama beyhude bu çabaların hepsi. Zamanında çok uğraştılar "haya" kafalı bireyler yaratmak için. Başardılar da. Kimse oraya düşünmeye gitmiyor bugün. Kimse oraya gelişmeye ya da geliştirmeye gitmiyor. Herkes yarın için avantaj sağlamaya, herkes paraya daha yakın olmaya gidiyor oraya. Nicesinin gözyaşı döktüğü yere şimdi kahkahalardan arta kalan tükürükler düşüyor. Çünkü kimsenin umrunda değil zamanında orada yaşananlar. Herkes dersini almış, düşünmenin zarar verdiğini öğrenerek başlamış hayata.
Kısırlaştırılmışların neslinden birkaç kişi geziyor hala oralarda. Maddi olmasa da cezalara, işkencelere maruz kalıyorlar. Hala direnmekten, hala davadan bahsediyorlar. Ezel'den haberleri yok. Aşk-ı Memnu onlar için seks anlamına gelmiyor. Onlar daha doğru, ama çok yanlışlar. Onlar çok dolu, ama bomboşlar. Şimdi varın normali düşünün. Biliyorum, bir hayli zaman önce düşünmekten vazgeçtiniz ama bir kez daha deneyin. Normal, sıfıra ne kadar uzak? Normal, normale ne kadar zıt? Normal, ne kadar anormal? Haydi sorun, cevabını gördüğünüz halde sorun! Sonra gelin birer çay içelim. Kahkaha atalım, sigara yakalım. Bırakın gelin, rahvan gitsin. Üzmeyin kendinizi bugün için. Dünle aynı boku yaşıyoruz bugün, yarın da aynısını yaşayacağız. Yalnızca tadı farklı gelecek, adı farklı olacak.


O orospu çocukları davamızdan geri çeviremeyecek bizi, yaşasın halkların kardeşliği, yaşasın milliyetçilik, yaşasın vesaire.
O orospu çocuğundan ders almayın sakın, bu hocanın notu da bol, rahat geçersiniz.
Dün Ahmet Abi'yi de götürdüler. Sanırım yakında sıra bize de gelecek.
Dün Ahmet'i bi kızla gördüm lan. Artık bizim de bi manita bulmamız şart.
Vesaire...