Alıştıklarımdan çok farklı bir melodi geliyor uzaklardan. Hava yapış yapış. En azından kuruyarak ölmüyorum. Hayatımı bütünüyle değiştiren bir şeylerden bahsediyorlar, sürekli! Sıkıldığım ilk hikayenin ne kadar heyecanlı olduğunu anlatıyorlar. Kendi hikayemi bana satmaya çalışıyorlar, böylece başkalarına satabilirmişim. Liberalizm, kapitalizm, -izm... Yataktan çıkmak, aynı şeyleri dinlemek istemiyorum. Yataktan çıkmam, aynı şeyleri dinlemem gerekiyor.
Uyuyamıyorum, çok sıcak. Hareket ettiğimde, terden sırtıma yapışmış çarşaf da benimle beraber geliyor: eylemlilik ilkesi, "Her şey birlikte hareket eder". Bir düzine insanla birlikte seyahat etmem gerekiyor. Bir kısmının işlevi yalnızca beni korumak. Korunma konusundan rahatsızım, korunmak için biraz geç kalındığından bahsediyorum, "Görevimiz bu efendim!" diyorlar. Efendim?
Yataktan kalkmamam için anbean ağırlaşan bir hava var. Hava durumunu sunan bronzlaşmış kadın tam olarak böyle tarif etmese de, şu an çevremi saran havanın başka bir işlevi yokmuş gibi geliyor. Ne hoş kadın! Havalı!
Kalkıyorum. Nemin içinde yüzerek hareket ediyorum. Sıcacık nemin içinde, boğularak yüzüyorum. Bu mevsimde üşümem gerekiyor benim! İçimden üşüyorum, dışımdaki her şeye onlar karar veriyor: beni korumakla görevli olmayan, düzinenin geri kalanı.
Düzineyi düzenleyen bir tanesi var. Böylelerinin güzel olması gerekir. Bu da güzel! Programımızın gerisinde kaldığımızdan bahsediyor. Üzgün gözüküyorum, burada üzgün gözükmem gerekiyor, üzgünüm, diyorum, burada; üzgünüm, demem gerekiyor. Havanın sıcaklığından söz açmaya çalışıyorum, beni hiç sevmiyor. Sanırım ukala ve kendini beğenmiş biriyim onun gözünde. Gözleri çok güzel. Benden biraz daha az nefret etmesi işime gelirdi. Beni seven binlercesini göreceğimi söylüyor, bana dokunmak isteyen yüzlercesi. Terledim, diyorum, dokunmak istemezler. İsterlermiş. Oysa ki ben elimden gelse kendime dokunmamak için bedenimden ayrılacağım. Bütün bunların beni şımartmasından korkuyormuş, gülüyorum, burada gülmem, sevimli gözükmem gerekiyor.
Gerektiğim için yaşıyorum. Bir düzine insanın, binlerce insana beni sevdirmesine yardımcı olmak için, binlerce insanın kendi paylarına düşeni ödeyerek, bir düzine insanı zengin etmesini sağlamak için. Alışkanlıklarıma, sevdiklerime, nefret ettiklerime, söyleyeceklerime, söylemeyeceklerime karar veren insanlara istihdam yaratmak için hayattayım. Bana benim hikayemi tekrar tekrar anlatmalarına müsaade etmemin tek sebebi, bu yardıma muhtaçlıklarını gözardı edemeyecek kadar yumuşak kalpli olmam. Buralarda yumuşak kalpli olmam gerekiyor.
Neme eşlik eden melodiye yaklaşıyoruz. Güneşin, memleketime düşürdüğü ışıktan çok başka türlüsünü düşürdüğü topraklarda büyümüş insanlar beni bekliyor. Bu yabancı melodiyle yetişmiş, bu yabancı ışıkla bronzlaşmış, bu yabancı havayı solumuş insanlar, buralarda, kuzey ülkelerindeki palmiyeler kadar yabancı duran beni bekliyorlar.
Benim hikayemi bana tekrar tekrar satanlar, beni, hikayemle aynı hediye paketinde onlara satıyorlar. Egzotik bir esintinin eşliğinde hareket ediyorum, esinti ve ben: Bay egzotik. Benim alışkanlıklarımı şekillendirenlerin, işlerini şansa bırakmadıklarını görüyorum. Herkesin alışkanlıkları aynı ellerden çıkmış, el yapımı, dolayısıyla daha pahalı.
Gülüyorum, imzalıyorum, sarılıyorum, poz veriyorum, sarılıyorum, öpüyorum, öpülüyorum, sarılıyorum,
imzalıyorum, gülüyorum, sarılıyorum, gülüyorum, imzalıyorum...
Gülmem, imzalamam, sarılmam, poz vermem, sarılmam, öpmem, öpülmem, sarılmam, imzalamam, gülmem, sarılmam, gülmem, imzalamam gerekiyor.
Sıkılıyorum. Çok sıcak. Dönmem gerekiyor. Aslında programımız dönmekten bahsetmiyor ama benim dönmem gerekiyor. Hızlı dönersem serinleyebilirim.
Melodi susuyor. Ben, susuyorum. Burada su içmem gerekiyor.
16 Ocak 2012 Pazartesi
Bir şeyler
Aşktan bahseden bir şeyler
yazsam ya yine, kimseler
bilmese, bilmek istemeseler.
Bir kendim anlayayım diye,
bir bok anlamadan anlatayım.
Merak etmesinler, üzülmem,
merak etme.
Bölüyorsun bilmeden,
birden fazlayım,
durmuş anların her birinde
teker teker durmuş bekliyorum,
anlar birikir bir bütün olur,
anlarım belki diye.
Nefessiz kaldığım herhangi bir anı yazsam
zaten bahsederim aşktan, bir şeylerden.
Anlamasın kimse, merak etmesin,
ben "bilmiyorum", kimse bilmesin.
yazsam ya yine, kimseler
bilmese, bilmek istemeseler.
Bir kendim anlayayım diye,
bir bok anlamadan anlatayım.
Merak etmesinler, üzülmem,
merak etme.
Bölüyorsun bilmeden,
birden fazlayım,
durmuş anların her birinde
teker teker durmuş bekliyorum,
anlar birikir bir bütün olur,
anlarım belki diye.
Nefessiz kaldığım herhangi bir anı yazsam
zaten bahsederim aşktan, bir şeylerden.
Anlamasın kimse, merak etmesin,
ben "bilmiyorum", kimse bilmesin.
10 Ocak 2012 Salı
O Artık Bir Ölü!
...Sonra ayağa kalktım, etrafımda
bir yığın insan bana bakıyorlar!
Göz kapaklarını açmakta zorlanan "uykusuz" gibi, güçsüz ama bilinçliydim bir zamanlar. İnat da ederdim o gözleri açmak için. Ama bilmek herşeye yetmiyordu. Tecrübe de etmek gerekirdi, dışarısının tozlu olduğunu, fırtınanın çoktan koptuğunu. Gözünü açarsın, toz kaçar, tekrar kapatırsın. Bu sefer hem güçsüzsündür, hem bilinçsizsindir hem de telaşlı ve gerginsindir. Değer miydi uykudan uyanmaya? Değdi. Gözlerimi ovuşturdum tozu çıkarabilmek için, gözyaşı da beraberinde geldi, elime bulaştı. Gözlerimi açtığımda bu sefer etraf bulanıktı, bu bulanıklık, sekiz on yaşlarımdayken pazar günü duştan çıktıktan sonra çantamı hazırlamak için odaya gittiğim zaman etrafta gördüğüm, ütü gününün buharlarının yarattığı etkiyle aynıydı. Her şey, her yer çok temizdi ama fazlasıyla...Biraz da ıslak! Toz parçacığının sebep olduğu bir iki damla göz yaşımı silmek için cebimden bir mendil çıkardım. Katlıydı, bir güzel açtım. Yavaşça gözlerime doğru yaklaştırdım ve o gözler yine kapandı. Şimdi güç yine yok ama herhangi birtelaş ya da gerginlik de yok, huzur ve güven var biraz, bilinç kelimesi ise henüz anlamsız, henüz sorulmamış! Göz yaşlarımı sildikten sonra açıldılar, o bulanıklık da gitmişti. Hayır, güneş!!!
... Ben yürüdükçe geriye doğru çekilmeye başladılar, onlar çekildiklerinde ben de geriye doğru bir adım atıp yönümü değiştirip diğer tarafa doğru yürüyordum, çekiliyorlardı, dönüyordum korkuyorlardı.
Aniden parladı, önce kısıldılar, kapanmaya çok yakınlar. Öylece kaldılar. Direndi gözlerim kapanmamak için. Kim bilebilirdi ki elimin istemsiz olarak gözlerimi kapatacağını! Ama güneşi bir anlık da olsa görmüştüm. Artık hem elim kapamıştı gözlerimi hem de güneş...kamaştırmıştı...kapalıydılar bir süreliğine. Bu sefer "güç"? Umrumda değil. Umut vardı ve bilinç arkamda kalmış. Artık herşey reflekslerimle kontrol ediliyordu. Telaşlı bir huzur vardı bir de üzerimde, kafa karıştıran şairlerin deyimiyle. Önce dizlerimin bağını çözdüm, kendimi serbest bıraktım biraz ürkerek, sonra sırtımı çimlere emanet ettim, yüzümü gökyüzüne çevirdim ve şimdi isteyerek büyük bir bilinçle kapatıyorum gözlerimi, ellerimi de yanıma bırakmışım! Dakikalar geçmişti içimle birlikte ve ani bir çocuk çığlığıyla irkildim. Açtım gözlerimi.
...
-Hepiniz burdaydınız!
-Bırakmadınız gözlerimi açık!
...
...
-Bakmayın öyle, suçlu sizsiniz,
sizsiniz!
...
-Ben katil değilim, hepiniz birer
katilsiniz!
...
...
-İstediğinizi yaptım ve gözlerimi
kapadım. Söyleyin hadi nerde şimdi o çığlık atan çocuk?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)