30 Aralık 2011 Cuma

Ben

İçerisi o kadar aydınlık ki, dışarısı görünmüyor. 

-

Sesle doğuyor insan, sözle ölüyor. Sesi söze çevirmeyle uğraşırken yaşlanıyor, büyüyor. Kimi güzel söylüyor, dinleyeni oluyor, kimi pek de güzel söyleyemiyor, dinlenmiyor, sürekli çalışıyor, daha iyisini söyleyebilmek için, dinlenebilmek için. Sesiyle tanındığının, sözüyle hatırlandığının bilincinde, tanınmaya, hatırlanmaya çalışıyor. Ne yazık ki sözü olanın sesi, garantisi olmadan çıkmıyor. Biz olmadan 'ben' diyemiyor. Bencilliği benliğini desteksiz bıraksa da, tüm benliğiyle bencilliğine hizmet ediyor. Önceliklerini belirlemeden adım atamıyor, öncelikleriyle yolunu çiziyor, yolu, güvencesi oluyor. Güvencesi olmadan eylemiyor. Buna rağmen öncelik kelimesini, "benden sonra en önemli şey" olarak algılıyor. Egosunu sığdıramıyor hiçbir yere. Ben'inin değeri, diğer değerleri değersiz kılıyor.
İnsan; ben, diyor, o kadar büyüğüm ki! Beğenmiyor başkasını, beğenmiş gibi yapıyor. Beğendiğine göre çiziyor profilini, neyi beğendiği, neyi beğenmediği, neyi aldığı, neyi sattığı... Nasıl görünmesi gerektiğini biliyor, görünmesi gerektiği gibi görünüyor. Dünyanın merkezine oturmuş, kollarını açmış; tek sevgiliniz ben olayım, diye bağırıyor. Gözleri dışarıya bakıyor, içeriyi görüyor. O kadar parlak ki benliği, göz merceklerinin saydamlığı kayboluyor, dışarısı karanlık bir fon oluyor, içeriyi yansıtıyor gözleri, dışarıyı göremiyor, gösteremiyor.

Bıktım.

-

Çok ışık var, beyaz, yoğun. Kendimi görüyorum camda. Cam, ayna olmuş. Dışarıda birileri var, biliyorum. Sesleri geliyor, yaşıyorlar, beni görüyorlar. Durmadan geçiyorlar, sabit değiller, ama oralarda bir yerlerdeler. Duymakla doymuyorum, görmek istiyorum. Kendim kendime yetmem, yetemem. Onlara sarılmam lazım. Önce görmem lazım. Nefes alışıma bir ses eşlik ediyor. Sevmedim bu sesi, şimdiye kadar ağzımdan çıkmayan bir ses, tanıdık gelmiyor, canımı yakıyor. İçime doğdum, içimde büyüdüm, içimde ölmek istemiyorum. Ne olur! Duyduğumu göreyim yeter, ışığı biraz kısın yeter!

Bıktım.

8 Aralık 2011 Perşembe

Araf

Bir kent düşün gözleri kapalı
Sessizce bırakmış tüm hayatlarını masaya
ve arkasından su dökmüş gidenlerin
gelene merhaba demiş sinsice

gelenlerden olamadı "Güzel"

halbuki ne de yumuşak elleri vardı

Ağlamazdı bile "Güzel"

Ruhum duyuyor musun?
Şehrin ortası bomboş
ayak seslerini dinle
Yaz gelmemiş daha
henüz kent kara dumanlara boğulmamış

Ağlamazdı hiç "Güzel"

Bir çocuk ağzında bir sigara
yürüyor sokaklarda
severdi acı çekmeyi

Ama hiç ağlamamıştı ki "Güzel"

Kafasında eski bir şapka
mutlu olsa mutlu olurdu
birden durdu
Alışamamıştı bu kente
yerde sereserpe

Ağlamıyor "Güzel"

İnce tahta bir köprüden geçti çocuk
Şimdi fırtına kopar
Ruhum duyuyor musun hıçkırık seslerini
trenleri..
Trenler geri döner mi!

"Güzel" ağlamazdı, gülmezdi de...

Azad

-Ali bugün ayın yedisi farkında mısın?
-Farkındayım
-Eee
-Dur ya bu kadar önemli bir şeyi söylemek çok da kolay olmuyor.
Yağmur çiseliyor, çiçeklerin kokusu burnumda, martılar bağıra çağıra uçuşuyorlar, sevdiğim kız yanımda. İki yıl boyunca söylememek zor geliyordu, şimdi ise söylemek. İhanetin adını koymak lazım artık. Sadece ihanet dersem öksüz kalır adımlarım.
-Noldu moralin mi bozuk senin?
-Hayır
-Bozuksa tamirci var şurda...
Ulan kaç yaşındasın yaptığın espriye bak...
Ulan kaç yaşındasın yaptığına bak...
Herşey belliydi artık, planı yapmıştım. Zamanı da gelmişti. Farkındayım bugün ayın yedisi. İki yıllık bir plan. Şöyle geriye dönüp bir baktım, ne bırakıyorum diye. Kardeşten öte bir dost ve sevgilim...
Beraberce yürüyorduk. Herşey yolundaydı. Ben çağırmıştım onu. Telefonda konuştuk. Pazartesi günü sınavımız vardı. Hiç çalışmamış onu anlattı. Yapacak birşeyim yoktu. Ben de çalışmamıştım. Yarın buluşalım dedim, takılırız. Biraz ısrarla kabul etti. Geldi, yanımdaydı.
-Çayın bitti mi?
-Bitti sayılır.
-Bitir de kalkalım, eve gidip biraz matematiğe bakacağım.
Çayı hızlıca yudumladım. Kalktık. Beyazıt yine kalabalıktı. Hele bir de hava kararmak üzere... Tramvaya doğru beraber yürüdük. İyice yaklaşmıştık. Artık planı gerçeğe çevirme vaktiydi.
-Pınar!
-Efendim
Tramvay durağının yanındaydık artık.
-Hani sana önemli birşey söyleyecektim ya...
-Sonunda! Söyle hadi dinliyorum!
Caminin minaresini fotoğraflamaya çalışan bir turiste takıldı gözüm. Niye bakarsın ki oraya. Sıradan bir cami. Tam da elektrik tellerinin altında durmuş. Şimdi kuş pisleyecek adamın üzerine.
-Ali hadi ne söyleyeceksen söyle
Ah be abicim kolunda araba fiyatında saat var gelmişsin burda cami minaresi çekiyorsun. Bin yatına gez denizlerde. Ah o para ben de olacaktı ki...
-Ali tramvay geldi bak...10 saniyen var söyledin söyledin yoksa gidiyorum ben.
Vadedilmiş sürelerdeydim artık.
İçimden ona kadar saydım...on bir...on iki...on üç...
-Sen bilirsin görüşürüz!
-Pınar ben...
on dört...onbeş...onaltı..
-Yani....
onyedi...onsekiz...ondokuz
-Bak....
yirmi...yirmibir... ...yirmisekiz
-Tramvay kaçıyor gitmek zorundayım. Görüşürüz
yirmidokuz...otuz...
Planımın ilk kısmı gerçekleşmişti. Diğer kısmı ise çok daha kolaydı. Gitmek.Herşeyi, herkesi geçmişi, geleceği bırakıp gitmek... Dostumu ve sevgilisini, sevgilimi de bırakıyordum. Onu son kez gördüm. Yirmi saniye daha fazla. Vadedilmiş sürelerden çıkarıldım. Artık zulüm çekme vaktiydi...

Buhar

Elbiseleriyle suya düşmüş kadar ıslağım,
ayakkabılarımdan akıyor damlalar.
Üşüyorum ama rüzgarın da sesi var
ıslaklığın hissi kadar

Sudayken nefes alabileceğine inanmak,
sesinin suda da iletilebileceğini sanmak!
Gözlerinden akan su damlaları anlatır sana.
sudan çıkmışsın...
Burnundan akar dudaklarına.

Pantolonun ağır gelir,
keza gömlek de...
Çıkarma!
Üstünde kurusunlar

Kuruyana kadar bastığın her yer ıslanacak
Kuruyana kadar bulunabilir olacaksın
Önce saçların kuruyacak
sonra gömleğin, pantolonun
çorapların kuruyacak sonra.
Sona kalacak ayakların