27 Aralık 2010 Pazartesi

Tinerci

Paraya ihtiyacım var. Kafam tekrar doluyor, renkler tekrar soluyor.
Medeniyetin orta yerinde yere tüküren adamın ağzından çıkmış gibi geldim dünyaya. Lüzumsuz, istenmeyen, kirli bir halim var, doğduğumdan beri. Her geçen gün biraz daha kuruyorum. Kurudukça siliniyorum.
İnsanlar beni gördüğünde yollarını değiştiriyorlar, çoğu zaman görmüyorlar bile. Paylaşacakları birkaç lirayı bile esirgiyorlar. Oysa ki ben onlarla tüm bu güzelliği paylaşabilirim. Paraya ihtiyacım var, acıkmamak, üşümemek, düşünmemek için, herkesin ihtiyacı olandan çok daha azına ihtiyacım var. Sağlıksız düşüncelerle dolu nice kafaların para kazandığı medeniyet, düşüncelerinden sıyrılmayı başarmış rengarenk kafamın parasız kalıp diğerlerine benzemesi için elinden geleni yapıyor. Sanırım yine çalmak zorunda kalacağım. Bu zoraki durumum kafamın içindekinin aksine sahip dramatik dış görünüşümü tanımlıyor: Ben, rengarenk medeniyetin, siyah beyaz lekesiyim, yıllardır. Dokunduğum renkler, nefesim değmişcesine soluyor. Onlar soldukça kafam renkleniyor. Üç kuruş para için düzene tapanların düzenini bozuyorum. Arka sokaklardan ölesiye korkan medenilerin hayatına, bölüm sonu canavarı tatsızlığıyla giriyorum. Henüz hiçbirini öldürmedim, ama bu güzellik için tüm dünyayı öldürebilirim.
Evi terk ettiğimden beri çok az uyuyorum!
Psikopat bir babanın dördüncü oğlu olarak, pek de heyecanlı karşılanmadım doğduğumda. Benden önce ağabeylerim tarafından çekilen çilelerin aynılarını çektiğim yetmezmiş gibi, bir de daha az umursandım. Çoğu zaman sessiz kaldığımdan, konuştuğumda sesim hep yabancı geldi. Kafamdaki ses, dış sesimi dışladı. Başka biri olmaktan korktum, içimde kaldım. Sonra, ailelerin kötü arkadaş dediği türden arkadaşlarım oldu, dışarı çıktım. Kafamdaki ses her geçen gün sessizleşti, ve sonunda sustu. Sustuğu gün, artık o korktuğum başkası olmuştum. Artık kendime güveniyordum. Kaçtım. Başta arkadaşlarımda kaldım, sonra beraber kaçtık. İçimize sığmayan korkularımızı, heyecanımızı, karanlıklara gizlemeye çalıştık. Karanlıklar ülkesinin karanlıkları yetmedi korkularımızı saklamaya. Aydınlık sokaklarla paylaştık, onlara da kara bulaştırdık. Tabii sürekli yemeğe ve barınacak yere ihtiyacımız oldu. Hiçbirini doğru dürüst bulamasak da, eksikliğini unuttuk bir süre sonra. Tıpkı pis kokan vücutlarımızın, kokladıkça kokmamaya başlaması gibi. Kokladıkça uçtuk, barınağa gerek kalmadı. Kokladıkça doyduk, yemeğe gerek kalmadı. Kokladıkça kokladık...
Yalnızca geceleri seyahat edebiliyorum. Işığın az olduğu dünyada renkler daha az gözüküyor, insanların bana daha fazla tahammülü oluyor. Renkliler griye, ben de renklilere yaklaşıyorum. Gecenin bir körü nereye gittiğini bilmediğim bir otobüsün son durağına doğru gidiyorum. Karşımda oturan çocuk bana bakmamak için elinden geleni yapıyor. Korkuyor. Pisliğimden, üstüne sıçramamdan korkuyor. Düzeni bozulmuş, hepten bozmamdan korkuyor. Birazdan sesleneceğim, daha fazla korkacak. Korksun, ben de korkuyorum. Cebindeki paranın birazına, asıl görevi boya silmek olan, ama benim kafamı rengarenk boyayan tinerden biraz daha almak, koklamak için, ihtiyacım var.
Acele etmeliyim. Kafam tekrar doluyor, renkler tekrar soluyor.

3 yorum:

acemite dedi ki...

Yine bir rutini gerçekleştirip parça içi cümlemi söylüyorum: "Işığın az olduğu dünyada renkler daha az gözüküyor, insanların bana daha fazla tahammülü oluyor."

kişisel yorum: "...dünyada renkler daha az..." yerine "...dünyada lekeler daha az..." olabilir miydi?

zaen dedi ki...

renkler daha uygun oluyo la :) hani tiner - renk ilişkisi açısından.

lanabuzer dedi ki...

lekeler de fena olmazmış aslında.
ben de dönücem bir ara şarj oluyorum kekoli