Yer 3'tür, gök 4'tür. 3, 4'tür. Yer, göktür. İnsan yerde uçar, gökte yürür. İnsan 7'dir, gökle yeri bütün kılar. Yer ve gök Üçün diğer ikisi'dir, insan Üçün biri'dir.
Açıklamak çok zor dost. Ama inan ki öyledir. Deve de anlamadı belki zaten. Siktir et be dost. Üzülsen de açıklamak zor, sevinsen de. Siktir et.
24 Nisan 2010 Cumartesi
11 Nisan 2010 Pazar
Üçün biri ve Üçün diğer ikisi Üzerine - Tarafsızlık
Taraf tutmak, yalnızlık korkusuyla büyütülmüş nesillerin orgazm çığlıkları eşliğinde eyledikleridir. Bu durum, "Anneni mi daha çok seviyorsun babanı mı" sorusuna sayısız kez maruz kalıp sayısız kez kızararak cevap vermek zorunda kalan insanların çaresizliğidir. Bilinçsizken başlayan taraftarlık maceraları, bilinç sahibi olduklarında heyecan verici gözükür. Hep bir tarafa tutunmuş kimseler için pek de normaldir bu davranış. Kişilik kazanımının son evrelerinde pek çok renkle tanışılır ve pek çok renge bürünülür genelde. Her renk, her taraf farklı ve güzel bir tada sahiptir ve bu tatlar insana büyüleyici gelir. Bağımlılığı pek kolay olan bu tatlar ve koyusu pek "merak uyandırıcı" olan bu renkler insana daha fazlasını istetir. Bu da taraf tutmayı fanatizm boyutuna taşır. İnsanın doyumsuzluğunun kısa bir özetidir bu taşınma. Üçün diğer ikisi olan "taraf tutma" ve "fanatizm" bizi "Üçün biri"yle yani "tarafsızlık"la tanıştırır.
Sonsuz sayıda kolu olan bir yıldız düşünün. Her kolu bir ideolojiyi, her kolu bir rengi, her kolu bir tarafı simgeleyen, iki boyutlu bir yıldız... Yıldızın merkezinde doğan bir insan evladı bilinçli ya da bilinçsiz yönlendiği bir tarafta, gün geçtikçe artan bilincinin de verdiği cesaretle, sivrilmek isteyecektir. Yıldızın merkezi beyazdır. İnsan ilk kez mavinin en açık tonuyla karşılaştığında, mavi kolda, mavinin en koyu haline ulaşmak ister (ilk karşılaştığı rengin mavi olması ya da iç güdülerinin kumanda ettiği zevklerinin doğrultusunda maviyi seçmesi buna sebeptir). Çoğu zaman o kolun en sivri noktasında siyaha varır ve Üçün diğer ikisi'nden biri olan fanatizme ulaşır. Beyaz ve siyah arasında yapılan bu yolculuğu her taraftar farklı bir yolu, farklı bir rengi takip ederek yapar. Fakat başladıkları ve vardıkları nokta her zaman aynıdır. Köşesiz hallerini terk ederek başladıkları taraf tutma maceraları, taraf tutanları sivriltir ve farklı renkteki herkese batma hevesiyle kendi karnını delik deşik eden birer manyağa dönüştürür.
İki boyutlu bir yıldızın merkezinde doğup siyah uçlara sahip sayısız kolun bir çoğunda siyahı tadan bir insan, farklı(!) tat denemelerinde aldığı benzer sonuçların ters teperek sebep olacağı bir karar alarak beyaza dönebilir. Yani Üçün diğer ikisi'ni tattıktan sonra Üçün biri'ne varır ya da başka bir deyişle Üçün biri'ne geri döner. Fakat beklenenin aksine Üçün biri -yani tarafsızlık- bu durumda Üçün diğer ikisi'nden farklı konumlanamayabilir ve üçüncü bir boyutta yeni bir tarafa dönüşebilir. İşte bu sonuç yine insanın doyumsuzluğu ve gösteriş budalalığı sebebiyle doğar. Karşı bir tarafa sahip olmayan ve sivrildikçe rengi aynı kalan bu yeni taraf fanatizme, yani siyaha ulaşmaz. Çünkü taraftarlığı ve fanatizmi zaten içinde barındırır. Bu durum daha tehlikelidir, çünkü karşısında dengeleyecek bir taraf olmayınca sivrilmenin sonu da olmayacaktır. İki boyuttan kurtulup üçüncü boyutta aynı problemi yaşamak, sonu gelmeyen bir tekrarda kaybolup gitmeye sebep olur. Bu tekrarı engellemek ve beyaza, yani Üçün biri'ne çelişkisiz bir şekilde dönmek, taraftan (taraflardan) tam anlamıyla kurtulmayı, beyazı siyahla bir tutmayı, bu iki rengin arasındaki tüm renkleri zaten içinde barındırdığını bilmeyi gerektirir.
Kısacası Üçün biri her zamanki gibi ortadadır ama ilk kez ortadan bağımsız olabilme ihtimali söz konusudur. Yani Üçün biri ilk defa tehlikelidir.
Sonsuz sayıda kolu olan bir yıldız düşünün. Her kolu bir ideolojiyi, her kolu bir rengi, her kolu bir tarafı simgeleyen, iki boyutlu bir yıldız... Yıldızın merkezinde doğan bir insan evladı bilinçli ya da bilinçsiz yönlendiği bir tarafta, gün geçtikçe artan bilincinin de verdiği cesaretle, sivrilmek isteyecektir. Yıldızın merkezi beyazdır. İnsan ilk kez mavinin en açık tonuyla karşılaştığında, mavi kolda, mavinin en koyu haline ulaşmak ister (ilk karşılaştığı rengin mavi olması ya da iç güdülerinin kumanda ettiği zevklerinin doğrultusunda maviyi seçmesi buna sebeptir). Çoğu zaman o kolun en sivri noktasında siyaha varır ve Üçün diğer ikisi'nden biri olan fanatizme ulaşır. Beyaz ve siyah arasında yapılan bu yolculuğu her taraftar farklı bir yolu, farklı bir rengi takip ederek yapar. Fakat başladıkları ve vardıkları nokta her zaman aynıdır. Köşesiz hallerini terk ederek başladıkları taraf tutma maceraları, taraf tutanları sivriltir ve farklı renkteki herkese batma hevesiyle kendi karnını delik deşik eden birer manyağa dönüştürür.
İki boyutlu bir yıldızın merkezinde doğup siyah uçlara sahip sayısız kolun bir çoğunda siyahı tadan bir insan, farklı(!) tat denemelerinde aldığı benzer sonuçların ters teperek sebep olacağı bir karar alarak beyaza dönebilir. Yani Üçün diğer ikisi'ni tattıktan sonra Üçün biri'ne varır ya da başka bir deyişle Üçün biri'ne geri döner. Fakat beklenenin aksine Üçün biri -yani tarafsızlık- bu durumda Üçün diğer ikisi'nden farklı konumlanamayabilir ve üçüncü bir boyutta yeni bir tarafa dönüşebilir. İşte bu sonuç yine insanın doyumsuzluğu ve gösteriş budalalığı sebebiyle doğar. Karşı bir tarafa sahip olmayan ve sivrildikçe rengi aynı kalan bu yeni taraf fanatizme, yani siyaha ulaşmaz. Çünkü taraftarlığı ve fanatizmi zaten içinde barındırır. Bu durum daha tehlikelidir, çünkü karşısında dengeleyecek bir taraf olmayınca sivrilmenin sonu da olmayacaktır. İki boyuttan kurtulup üçüncü boyutta aynı problemi yaşamak, sonu gelmeyen bir tekrarda kaybolup gitmeye sebep olur. Bu tekrarı engellemek ve beyaza, yani Üçün biri'ne çelişkisiz bir şekilde dönmek, taraftan (taraflardan) tam anlamıyla kurtulmayı, beyazı siyahla bir tutmayı, bu iki rengin arasındaki tüm renkleri zaten içinde barındırdığını bilmeyi gerektirir.
Kısacası Üçün biri her zamanki gibi ortadadır ama ilk kez ortadan bağımsız olabilme ihtimali söz konusudur. Yani Üçün biri ilk defa tehlikelidir.
10 Nisan 2010 Cumartesi
7 Nisan 2010 Çarşamba
4 Nisan 2010 Pazar
Kuburga, Aşk ve Kuburga'in Aşık Yanılgıları
Güneş açtı, keyif yerinde. Melankoliye ve yağlı saçlı kızlara olan aşkımı keyifli bi anda daha iyi anlatabilirim gibi geldi. Edebiyat yapmicam, biraz karıştırıcam ortalığı, her şeyden önce kendimi anlamaya çalışıyorum.
Aslında bu psikolojiden çok büyük ölçüde kurtuldum.
"Yıllardır tanıdığınız Eren, kendini tanısaydı neler söylerdi?" sorusunu cevaplamaya çalışacağım.
"Eren sen tanıdığım en süper insansın. Niye mesela bana aşık olmuyosun da saçma sapan tiplerin peşinden koşuyosun?" sorusunu cevaplamaya çalışıcağım. Evet her gün soruyolar bu soruyu.
Öncelikle lümpen olmayan yanıma hoş geldiniz: az yazılı, bol fotoğraflı, az kıyafetli, bol orjinalli, erotiğe kaçmamayı başaran moda dergilerini seviyorum. Bunlardan bi tanesini karıştırırken 7 senedir aşık olduğum, yedi kere çıkıp ayrıldığım kızla karşılaştım.
Her ilişkimin ilk iki-üç günü çıkıp ayrıldığım, bana artıklarını bırakan kızla karşılaştım.
Artık hem anlamam, hem de üzdüğüm insanlara anlatmam lazımdı bu kızın nereye gittiğini.
Önce şu fotoğraflara bi bakın. Hayır, güzelliğini takdir edin, allah vergisini ayakta alkışlayın veya loblarınızını ezerek yuhalayın, giyimine laf edin diye bakın demiyorum. Dişi veya erkek olmanız fark etmez ama dişilere eğilimli birinin şu cümleden sonra yazdıklarımı daha iyi anlayabileceğini düşünüyorum. Ne hissettiriyo şu fotoğraflar, orasını düşün benim için. Bu kız ne yapar? Nelerden hoşlanır? Ne giyer?
Bana öyle geliyo ki herkesin kafasında benzer şeyler canlanıcak...
"O kız niye bu kız?"
Senin cevabına göre bulucam cevabımı.
Durum 1: Sanıyorum ki kafanda şöyle bişey canlandı:
Melankoliyle keyif sevişiyo resmen. Bu kız resim yapar, boktan bi jean pantolon giyer, kitap ve sırt çantasız çıkmaz, yalandan kahkaha atmak yerine içten gülümser, belli başlı bitkilerle arası iyidir, memnuniyetsizdir çünkü okumaktadır, kimseye hayran olmaz çünkü kimseden hayranlık beklemez.
Bu durumda bu kız sanat tanrıçasının suretidir, bulalım ve tapınalım.
Durum 2: Durum 1 hakkında "Ne saçmalıyo lan bu?" dedin.
Biraz daha düşüniym o zaman...
"O kız niye bu kız?"
Kendi hayatımdan dolayı sanırım.
Düşüncelerim melankoliye sürükledi. Melankoli suratsızlaştırdı, yer yer çekilmez hale getirdi.
Düşüncelerim sanata sürükledi. Sanat, evin içinde keyfi bulmayı öğretti.
Düşüncelerim kendime sürükledi. Kendimi sevdim, saçım yağlandı.
Düşüncelerim derine sürükledi. Kıyafetin altındakini önemsedim, yenisini almadım.
Şimdi suratı asık, çekilmez dişi görür görmez düşünüyo zannediyorum.
Yağlı saçlı dişi görür görmez okuyo zannediyorum.
Evden çıkmayan dişi görür görmez sanatla uğraşıyo zannediyorum.
İki kelime alıntı yapan dişi görür görmez derin zannediyorum.
O peşinden koştuğum kızlardaki tipik özellik olan "bedroom-eyes" durumu da cabası... Melankoliyi sezdiriyo gibi o çekiğimsi gözler.
Bunlardan rastgele birine sahip kızlardan birini biraz izledikten sonra kız gidiyo, yerine yukardaki kız geliyo.
Aşık oluyorum, arkasından koşuyorum.
İşler tatlandıktan iki gün sonra gidiyo aşık olduğum, yerine artıklarını bırakıyo. Tanımadığım bi kızın peşinden koştuğumu farkediyorum.
Senin ne suçun var?
Hiç.
Benim ne suçum var?
Hiç.
...
Peki Kuburga, ne zaman akıllanıcaksın?
Sen akıllandığın zaman.
Peki Kuburga, kimi seviceksin?
Akıllı bir seni.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)