19 Temmuz 2010 Pazartesi

Bir Pazar Günü İstanbul

Yelpazesini salladıkça daha çok terliyor. Hava çok sıcak. Saçlarını kazıtmayı düşünüyor yine. Kahvaltı sonrası ritüeli başladı! Televizyonda yine kendinden bahsediliyor. Utanarak izliyor. Bunca insanın aşık olduğu biri olmak zor, diye düşünüyor, bir küfre layık olmak zor.
Sarhoşların naralarında duyuyor ismini geceleri. Uyuyamıyor uzun zamandır, sürekli bir bahanesi var. O kadar kalabalık ki yüreği, kimsenin adını aklında tutamıyor. Eskiyi hatırlatıyor bir tarafı sürekli, o sessiz günlerini. Yaşlandığını fark ediyor sonsuzuncu kez. Çok hızlı yaşıyorum, diyor aynadaki aksine, her sabah. Oysa ki tek yaptığı oturmak. Yapayalnız oturmak ve insanların kendine aşık olmasına müsaade etmek. Hem etmesem ne olacak ki, yine sevecekler, diye düşünüyor. O kadar yorgun ki...
Adına yazılmış onca şarkı, şiir, yazı kafasında dönmeye başlıyor. Ne kadar güzel olduğundan, ne kadar sevildiğinden, uğruna ölmenin şeref olacağından bahseden sözler kalabalığı... Gülümsüyor. Şimdi bir sigara yakmalı, çünkü sabah ritüeli bunu gerektiriyor, efkar vakti şimdi. Uğruna ölen onca insan geliyor aklına, suratındaki gülümseme genişliyor. Gözünden fırlayan bir damla yaş, yarışı başlatıyor. Metrekare başına bilmem kaç litre düşecek kadar ağlıyor. Uğruna yeni insanlar öldürüyor, boğarak. Aşıklarının ateşini söndürmeye çalışıyor böylece. Daha fazla aşık için daha fazla göz yaşı, daha fazla aşk için daha fazla ölüm... Makyajı tamamen aktığında diniyor göz yaşları. Doğuyu temsil eden bir batılının sahip olabileceği en güzel makyaj suratından siliniyor bir anlığına. Sonra en tepeye tırmanan güneşle beraber geri geliyor. Yüzündeki bulutlar da yelpazesinden doğan sıcak bir meltemle dağılıyor.
Sayısız erkeğin sahip olmak istediği bu güzellikten kurtulmak istiyor yine. Yaşlandığını suratında görmek istiyor, makyajı kapatmasın istiyor. Sahip olunmaktan, yönetilmekten bıkmış bir halde, doğduğundaki tek parça, ufak bir köy olan halini özlüyor. Güzel olmak, sevilmek yerine nefret edilen olmak istiyor artık. Belki böyle kurtulabilirim bu sıkkınlıktan, diye düşünüyor. Sonra, yorulmaya, sıkılmaya, yalnızlığa devam ediyor.
Zenginliği ve fakirliği bir bünyede besliyor. İçindeki fakirden, içindeki zengine vermek için çalıyor her gün, Robin Hood'un kemiklerini sızlatırcasına. Bir yanı klimasının kumandasına uzanmaya üşenirken, öte yanı kışın ihtiyaç duyacağı kömürü düşünüyor yaz günü. Bunları düşününce tekrar gülümsemeye başlıyor. Neşesini yerine getirecek kadar hüzün barındırıyor bu büyük ayrım. İçinde aşk barındırmayacak kadar neşe dolu hissediyor kendini. İçindeki karanlık tarafı seviyor. Kötülük, yüzünün orta yerinde sırıtıyor. Sigarasını söndürüyor. Efkar bitti, şimdilik.
Saatlerce aptal bir oyun oynayan, susadığını bile fark etmeyen ufak bir çocuk canlanıyor gözünde. Çocuğun bu kadar erken aklına gelmesi tatil anlamına geliyor. Okul yok bugün, trafiğin sonunda daha çekilebilir şeyler var. Birazdan mangallar yanacak yüreğinde, akşamüstü rakı kokacak göbeği. Dinlenecek, daha çok yorulacak. Tekrar, ne kadar sevildiğini fark ediyor ve şaşırıyor. Hangi aşk monotona bu kadar dayanabilir ki? Hangi aşık daha fazlasını vadetmeyen bir sevgiliyi usanmadan sevebilir ki? Hangi kadın bu aşkı hak edebilir ki? Nice emsali çoktan unutulmuşken, onun sahip olduklarından bu kadar sık sıkılması nankörlük gibi geliyor. Nefret edilmeyi tek çözüm olarak gördüğü için kendinden utanıyor.
Günü, ikilemler topluluğunun hazırladığı bir tiyatro oyunu gibi anlam yüklü bir sıkıcılıkla devam ediyor. Bugün, dünkünden daha eğlenceli bir sahne var ama hala çok sıkıcı. Bir sigara daha yakıyor ve dumanın, içindeki boşluğu doldurma telaşını seyrediyor. Gözlerini kapatıyor. Rakı kokusu duyuyor, gülümsüyor. Şerefine kaldırılan ilk kadeh gözlerinden akmaya başlıyor. Sabahı düşünmeden eğlenen insanları sıkmayacak kadar huzurlu bir şekilde ağlıyor. Bugün yine özel bir gün, yağmur kimsenin tadını kaçıramaz ne de olsa...

0 yorum: