4 yıl, 22 gün, 13 saat.
26.10.2010, 21.30
Dünya bizi kandırıyor! Sürekli dönerek olmadık bir zaman bilincine itiyor bizi. Biz de kafamıza göre dilimleyip zamanla yaşamayı kabul ediyoruz. Enayiliğimizi tasdikliyoruz. Kaydetme hevesimiz, zamana ihtiyacı doğuruyor ve enayiliğimizin başlıca sebebi oluyor.
Zamana inanıyoruz, zamanla yaşlanıyoruz.
Zamanı o kadar küçük dilimlere ayırıyoruz ki, büyük dilimler sonsuzlaşıyor. Sayma aşkımız, birim hevesimiz, ölçme hastalığımız bize; tahayyül edemediğimiz sonsuzluğu, çevresine bir kurdele bağlayarak hediye ediyor. Önce zamanla kendi küçüklüğünü ve durgunluğunu ispatlayan insan, daha sonra diğer "şey"lerle kendi sonsuzluğunu ispatlamaya çalışıyor. "Şey"leri sayıyor, ölçüyor, tartıyor... Sınırlandırıyor! Böylece kendi sınırlarını bilmeyen ve sınırlandırdığı şeylere hükmedebilen insan, kendini sınırsızlaştırıyor, sonsuz oluyor.
-
- Yanıma gelsene.
- Bir şey yazıyorum.
- Peki.
-
Sonsuz oluyor...
Sınır...
Siktir!
-
- Yine aynı şeyi yaptın. Ölmeyi de mi ben öğreteceğim sana be kadın?
- Sen öldüremezsen, ben ölemem.
- Peh! Öldüremezsemmiş! Çık şuradan artık ne olur!
- ...
- Her seferinde aynı bok!
- Yanıma gelsene.
- Yeter...
-
4 yıl, 22 gün, 23 saat.
27.10.2010, 07.30
Yine bir sabah, yine ayrılık. Yeni umutlardan kaçmanın tek yolu uyumak. Uykusu olmadığı halde uyumak isteyen bir insana, 10 dakika sonsuz gibi gelebilir.
"Ne güzel sarılıy..."
Sonsuzdan kaçmanın bir yolu da saymaktan vazgeçmek olabilir.
"Bir kere de olsa öpm..."
Sonsuzdan kaçmanın bir yolu da sevmekten vazgeçmek olabilir.
"Seni seviyorum..."
Kaçmamak da olabilir.
-
∞ yıl, ∞ gün, ∞ saat.
27.10.2010, 07.30
- Yanıma gelsene.
Hep daha boktan olabildiğin için hep daha güzelsin.
8 Haziran 2010 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder