Durmayı bilmiyoruz. Durmadan büyüdüğümüzden midir, bilinmez. Sakinlikle alıp veremediği olan insanlar olduk çıktık. Sesimizle boğuyoruz çevremizi. Muhabbete açılmıyor ağızlarımız, açılınca bireysel reklamlarımızı kusuyoruz. Ah azıcık sussak, bir oturup soluklansak, muhabbete yer açsak aramızda, neler kalkıp gidecek de yerini güzelliklere bırakacak o dopdolu kafalarımızda. Biraz dursak da düşünsek. Sonra yine oynarız durmadan, oyun bize ne buyuruyorsa.
O kadar az ki zamanımız; yetmemeye yemin etmiş, yetinmemeye yemin etmişiz. Hep ayaktayız, hep koşuyoruz, koşmayınca sıkılıyoruz. Yetinmemekten, yetişememekten şikayet etme saatlerimiz var. Çok önemli şeylerle ilgileniyoruz. Az önemli şeyleri, çok önemli oluncaya kadar erteliyoruz. Konuşuyoruz, anlatıyoruz. Gülmek istediğimizde ciğerlerimiz hamlamış oluyor, yalandan birkaç sesli nefes veriyoruz, karşımızdakiler inanmıyor güldüğümüze, ama zaten onların durumları da pek farklı değil. Sistem, diyoruz eleştirirken, bizi kuklaları yapmış, oynatıyor. Sonra oynamaya devam ediyoruz, bildiğimiz halde, elimiz çenemizde, durmadan, herkese anlattığımız halde...
Durmayı bilenlerin bir kahramanı var: Çay, oturan insanın içkisi. Dinlenmek için oturmaz çay içen. Yorulduğunda kalkıp turlar; bacaklarım açılsın biraz, der. Herkes sussa bile muhabbet vardır çay içilen ortamda, sessizliğe lüzumsuz anlamlar yüklenmez. Durmayı bilmeyen bizlere selam olsun ki, çay içmeyi de bilmiyoruz.Bir ara, çay içmek için oturup, dinlenmek için kalkmak istiyorum.
Urfa'ya gitmek, güneş batana kadar zamandan bihaber olmak istiyorum. Bir hayatın, bütün dünyanın gürültüsünü utandıran, durgunluğa saygıda kusur etmeyen seslerini dinlemek istiyorum.
Bir gün çok önemli olmasını dileyerek, şimdilik durmayı da, çayı da, Urfa'yı da erteliyorum.
- Durduktan sonra oyuna katılmak zordur.
- Olsun, katılırız.
29 Haziran 2012 Cuma
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)