7 Mayıs 2011 Cumartesi

Masal - 'Mucize'

Bir sabah, güneşin doğuşunun hemen ardından, bütün dünya incecik bir sacla örtülmüş. Toprağın 5 cm üstünde duruyormuş bu sac. Nasıl havada durduğuna akıl sır erdirememiş kimse. Bilim adamları, siyasetçiler, din adamları, kısacası tecrübesine güvenilebilecek kimse anlamamış sacın amacını. Kimse çıkıp hilesini söyleyememiş. Herkes ağız birliği etmişcesine "Mucize!", diyormuş. İnsanlığın büyük çoğunluğu ağızlarını tam açmadan dua etmeye devam etmiş saatlerce, kimisi hayatında ilk kez. Ardından güneş arkalara saklanmış, bulutlar çıkmış meydana, kulaklarında küpeleriyle. Dünyanın her yerinde (tarihte ilk kez) aynı anda yağmaya başlamış yağmur. İnsanoğlunun son teknolojisi cevapsız kalmış bu garip durum karşısında, tıpkı tecrübeliler gibi. Dünya kendini tekrar etmediğinde sesleri kesilmiş, bilmişlikleri son bulmuş. Her şeyin adını koyan ağızlarına mühür vurulmuş sanki. Teknoloji ve dünya bilmişleri (tarihte ilk kez) aynı anda susmuşlar.
Sessizlikte bir çocuk ilk kez konuşmuş, "Şarkı", demiş. Uyanmış yaşlılar, "Doğru", demişler, yeniden tasdiklemişler, alıştıkları gibi. Gülmeye başlamışlar, eskiden hiç gülmedikleri kadar, sonraları hiç gülemeyecekleri kadar gülmüşler. Dünyadaki tüm insanlar (tarihte ilk kez) aynı anda gülmüşler.
Yürümeyi yeni öğrenir gibi adım atmaya başlamışlar. Yağmur damlalarının saca vurduklarında çıkardıkları sesi takip ederek adımlamışlar, adımlamışlar... Eşsiz bir dans başlamış yer yüzünde. Her memleketin kendine has ritmi yükseliyormuş sacın o memlekete denk gelen kısmında. 'Mucize' öyle güzel denk gelmiş ki, yağmur damlalarının hızı, memleketin yüksekliğine göre değişen hızlarla saca çarpıp, dünyanın farklı iki ucundaki benzer kültürleri açıklarcasına aynı ritmi çıkarıyormuş, farklı yerlerde.
Bıkmadan, yorulmadan dans etmiş insanoğlu, bıkmadan, yorulmadan yağan yağmura eşlik edercesine. Sonra bir gün, yorulmuş yağmur, dinmiş. "Yoruldunuz, dinlenin", demiş. Dinmiş insanoğlunun dansı. İlk başta nöbet tutmak gelmiş akıllarına, saclarını kaybetmemek için, tekrar sonsuza kadar gülebileceklerini, dans edebileceklerini zannetmek için. Vazgeçmişler sonra, "'Mucize'yi biz çizemeyiz, yalnızca ona isim verebiliriz", demişler. Dinlenmişler, uyumuşlar.
Başka bir sabah, güneşin batışının hemen ardından, bütün dünyayı kaplayan o incecik sac yok olmuş. Uyanmış insanoğlu, fotoğrafını çekmeyi, resmini çizmeyi, 'mucize'yi belgelemeyi unuttuklarına uyanmışlar. Üzülmüşler, ne yapacaklarını şaşırmışlar. Sonra kahkaha atmış yaşlılardan biri, "'Hatıra' vardı", demiş. "Hatırlıyorum", demiş. Hatırlamışlar sonra, gözlerinde canlandırmayı hatırlamışlar, canlandırmışlar gözlerinde. Kimisi kaptırmış kendini, dans etmeye devam etmiş hatıralarıyla. Unutanlar da olmuş tabii, hatırlamayı da, hatırladıklarını da unutanlar. Şarkılar, türküler, şiirler, masallar hatırlatmış 'mucize'yi her seferinde. Dinleyerek hatırlamış unutanlar, dinleyerek öğrenen yeni nesiller gibi. Kimse okumamış bu 'mucize'yi, çünkü büyük bir yemin etmişcesine kimse yazmamış bu mucizeyi. Ta ki, herkes unutana kadar...